31 Temmuz 2008 Perşembe

DVD'lerden sonra bir de sinema tavsiyesi...


THE DARK KNIGHT'I SAKIN KACIRMAYIIIIIIIINNNNNNNNN!!!

HEATH LEDGER'IN MUHTESEM OYUNCULUGUNU IZLERKEN ICINIZDEN MUTLAKA "YAZIK OLDU" DIYECEKSINIZ. OSCAR ALACAGINI GOREMEYECEK OLMASI COK ACI... BU ARADA KARA SOVALYE FILMINI MUTLAKA DEV PERDELI BIR IMAX SINEMASINDA IZLEYIN. GORUNTULER INANILMAZ. FILMIN 6 ONEMLI AKSIYON SAHNESI OZEL IMAX KAMERALARIYLA CEKILDI AMA 3 BOYUTLU DEGIL, YANILMAYIN, SADECE DEVASA! CHRISTIAN BALE IYI BIR BATMAN AMA JOKER'IN GERISINDE KALMIS. MAGGIE GYLLENHAALL'IN SIVILCELERINI YOKETMEYE ISE IMAX TEKNOLOJISININ BILE GUCU YETMEMIS. AKSIYONA DOYACAKSINIZ, KACIRMAYIN...

Disturbia

Disturbia, açıkçası bana 80’lerin gençlik filmlerini anımsattı; “Ferris Bueller’s Day Off”, Gremlins”, “Karate Kid” gibi gençlerin “iş başında” olduğu filmleri... Her ne kadar seyirciye, “Alfred Hitchcock klasiği ‘Rear Window’un yeni versiyonu” olarak tanıtılsa da, “Bir Hitchcock filminin Hitchcock filmlerinden çok uzak bir uyarlaması” diyebiliriz Disturbia için. Aslında, usta yönetmenin “Rear Window” filminden sadece esinlenmiş D.J. Caruso.

Filmin başında; kahramanımız Kale babasıyla birlikte bir kaza geçirince, “Tamam!” dedim, “Şimdi sakat kalacak herhalde”. Biliyorsunuz Rear Window’da baş karakter olan fotoğrafçı, tekerlekli sandalyeye bağımlı olduğu için evden dışarı çıkamıyor ve karşı komşusunun işlediği bir cinayete tanık oluyordu. Fakat burada olaylar çok farklı ve beklenmeyen bir şekilde ilerliyor. Tabii Disturbia’da da bir ‘evden çıkamama ve esrarengiz komşu’ durumu var ama filmdeki çatışmanın kilitlenmesi çok geç oluyor. Buna rağmen yönetmenin, gerilimin tırmandığı ana kadar hafif ve eğlenceli bir romantik komedi tadında ve zaman zaman iç açıcı, zaman zaman da komik sahnelerle seyirciyi oyalamayı başardığını söylemek mümkün. Hiç sıkılmadan takip ediyorsunuz filmi ve gerilmeyi beklerken kendinizi ‘Evimiz Hollywood’da’ dizisininkine benzer bir ortamda buluyorsunuz. Sonra asıl konuya geçiyoruz tabii. Yalnız filmdeki komedi ve sevimlilik unsurları o kadar ağır basıyor ki, gerilimli sahneler bile bazen inandırıcılığını kaybedebiliyor; sanki filmde gelişen bütün olaylar bir yanlış anlamadan ibaretmiş gibi bir hissiyatla, konu içinde sürüklenmeye devam ediyorsunuz.

Filmin başrol oyuncusu Shia LaBeouf rolüne çok yakışmış. 22 yaşındaki oyuncuyu son Indiana Jones macerası “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull” filmindeki Mutt karakteriyle hatırlayabilirsiniz. Ona annesi rolünde, Matrix serisiyle yıldızı parlayan ünlü aktrist Carrie-Anne Moss eşlik ediyor. Diğer oyunculardan Aaoron Yoo’yu “21”, David Morse’u da “The Green Mile” filmlerinden tanıyoruz.

Disturbia’nın yönetmeni D.J. Caruso’nun en akılda kalan filmleri ise; “Taking Lives” ve “The Salton Sea”. Onun dışında çeşitli televizyon dizilerinde de yönetmenlik yaptığı için bu filmde de bazen bir televizyon dizisinin 2-3 bölümünü arka arkaya izliyormuş yanılgısına kapılabiliyorsunuz ama genel olarak tempo hiç düşmüyor. Tabii devamlı bir gerilimin ve aksiyonun olduğu, hareketli ve sürekli şaşırtan bir film bekliyorsanız belki bir parça hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz çünkü filmin özellikle ilk yarısının biraz “Pazar Sineması” tadında olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak; bütün klişelerine ve gerilim anlamında beklenen heyecanı verememesine karşın, elinizde sandviciniz, yanınızda sevgiliniz, ayaklarınızı uzatıp hiç sıkılmadan izleyerek hoşça vakit geçirebileceğiniz, tam bir “ev sineması” filmi Disturbia. Dozunda bir romantik komedi sosuyla... İyi seyirler!

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Kiralayın, İndirin ve İzleyin!!!

İşte son 2 haftadır izlediğim bazı filmler hakkındaki yorumlarım:


88 dakika o kadar uzun ki bir türlü bilmek bilmiyor! Zorlama bir aksiyon. (5/10)










Kesinlikle kötü değil ama ne tam romantik ne de komik olan bir romantik komedi. (6/10)










Hiç beklemediğim kadar çok eğlendim izlerken:) Rear Window'un alakasız bir yeni versiyonu. (7,5/10)











Tek bir sürpriz var, o da çatışmanın kilitlendiği andan kısa bir süre sonra ortaya çıkıyor, onun dışında bir numarası yok. (5/10)









Heyecanlı, tempolu, değişik bir gerilim, tam evde izlemelik. (6,5/10)









Çok sıcak ve duygusal bir film. En güzeli istediğin yere gidecek kadar çok paran olması hayali. (8/10)










Tek numarası Vincent Cassel, süper adam! (6/10)









Çok, çok çok komik:)) (8/10)











Vasat bir aksiyon, başlarda iyi gidip sonra saçmalıyor... (5/10)













Değişik bir romantik komedi, ben sevdim:) (7,5/10)










Indiana Jones hiç değişmemiş, sadece biraz sıkıcılaşmış... (6,5/10)










22 Temmuz 2008 Salı



Rektörümüz Prof. Dr. Ural Akbulut bugün radyomuza konuk oldu ve Melih Gökçek'in asıl amacının Eymir'i ele geçirmek olduğunu söyledi ve dedi ki "Eymir'e çivi dahi çakamaz."

15 Temmuz 2008 Salı

Coldplay'den Muhteşem Albüm!!!


1997 yılında kurulan, şu ana kadar tüm dünyada yaklaşık 35 milyon satış rakamına ulaşan, defalarca platin plak ve Grammy dahil pek çok ödül kazanan İngiliz alternatif rock grubu Coldplay, 4. stüdyo albümü “Viva la Vida or Death and All His Friends”i geçtiğimiz Haziran ayında piyasaya çıkardı. Albüm, ilk haftasında tam 36 ülkede 1 numara olmayı başardı, ilk üç günde İngiltere’de 302 bin kopya satarak en hızlı satan albüm oldu, itunes tarihindeki en iyi satışlara imza attı, ABD’de de yine ilk haftasında 721 bin kopya satarak Billboard Albümler Listesi’nde 1 numaraya yerleşti ve bir Coldplay albümünün ilk iki single’ı (“Violet Hill” ve “Viva la Vida”) ilk kez hem İngiltere’de hem de ABD’de 1 numaraya yükselmeyi başardı. Bütün bunlar da, Coldplay’i 2008 yazının en çok konuşulan grubu yapmaya yetti de arttı bile.

Coldplay, bundan yaklaşık 1 yıl önce, yeni albümün tamamen farklı olacağı konusunda hayranlarına adeta söz vermişti. Solist Chris Martin demişti ki; “Bu öyle bir farklılık ki bazıları bu tarzdan hiç hoşlanmayabilir, bazıları da özgürlüğü yeniden keşfeder” Ben kendi adıma özgürlüğü keşfedip, Coldplay’in yeni şarkılarını eskilerinden daha çok sevenlerdenim. Tabii ortada bu kez bir de Brian Eno faktörü var. Usta prodüktör, varlığını fazlasıyla hissettiriyor.

“Viva La Vida or Death and All His Friends” için Coldplay’in en politik ve aynı zamanda en eğlenceli albümü yakıştırması boşa yapılmıyor. Diğer albümlerdeki ağır temponun ve melankolik havanın yerini sert davullar, bas gitarın ve hatta etnik ritmlerin hakim olduğu enerji dolu şarkılar almış. Bu değişimde grubun, dünya turnesi sırasında farklı ülkelerin kültürlerinden etkilenmesi ve özellikle Lübnan, Şili, Malezya, Tayland gibi ülkelerde ve Afrika’da bulunan Martin’in daha büyük kitlelere ulaşma arzusunun etkili olduğunu söylemek mümkün.

Albümün en çok dikkat çeken şarkılarına baktığımızda; ilk single Violet Hill için Coldplay'in ilk protest hiti diyebiliriz. Chris Martin'e göre bu şarkı, Beatles'ın Abbey Road'una bir selam niteliğinde. Zaten “Violet Hill” de Abbey Road'a yakın bir cadde. Nefis bir parça olan Lost, grubun albüm için ilk yazdığı şarkılardan biri. Grup elemanları Lost’u ortaya çıkarırlarken bir konsere çıkmadan önce soyunma odasında dinledikleri Blur şarkısı “Sing”den etkilenmişler. Chris Martin diyor ki, “Biz aslında kolaya geçip birşeyleri taklit etmeye çalışıyoruz ama ortaya yine bize benzeyen birşeyler çıkıyor!” Aslında şarkının genelinde bir U2 havası var.

İkinci single “Viva La Vida”da Jonny Buckland'ın gitar tonu her zamankinden daha agresif, şarkı beklenmedik bir şekilde başlayıp sürprizlerle devam ediyor. “42”da müthiş bir John Lennon esintisi hissediliyor, “Lovers in Japan” etkileyici bir aşk şarkısı. Barcelona’da kaydedilen “Cemetries of London” ise flamenko motifleriyle süslü bir şarkı ve The Smiths hitlerini çağrıştırıyor. “Life in Technicolor”, Brian Eno’nun bir arkadaşı olan John Hopkins’in de katkıda bulunduğu enstrümantel bir parça. “Yes”, “Cemeteries of London”, “Death and All His Friends”, “Strawberry Swing” de albümdeki diğer şarkılar. Hepsi sizi farklı yerlere götürecek ve albümü baştan sona bıkmadan dinleyeceksiniz, hem de tüm yaz boyunca...

8 Temmuz 2008 Salı

Faces da geri dönüyor!

Rod Stewart The Faces'ı yeniden biraraya getirip bir yaz turnesine çıkmayı planladığı açıklandı. Kendisi gibi eski The Faces üyesi olan Rolling Stones basçısı Ron Wood'la Londra'da bir restoranda buluşan Stewart, "reunion" turnesi için hazırlıklara çoktan başladı. Grubun yakında stüdyoya girip albüm kaydetme ihtimalinden de sözediliyor.

1969 yılında The Small Faces ve The Jeff Beck Group'un birleşmesiyle kurulan The Faces 1975 yılında dağılmıştı. Böylece The Police, Genesis ve Led Zeppelin'in ardından klasik rock gruplarının yeniden biraraya gelme furyasına The Faces da katılmış oldu.

2 Temmuz 2008 Çarşamba

The Chronicles of Narnia: Prince Caspian

"The Chronicles of Narnia" serisinin ilk filmi "The Lion, The Witch and the Wardrobe"un gösterime girmesinden 3 yıl sonra seyirciyle buluşan ikinci film "Prince Caspian" İngiltere box-office listesinde 1 numaraya yükseldi. Filmin ilk haftada elde ettiği hasılat tam 4 milyon pound!


"The Chronicles of Narnia: Prince Caspian" ilk kez 10 Temmuz Perşembe akşamı Radyo Odtü Özel Gösterimi'nde izleyiciyle buluşacak.