9 Haziran 2008 Pazartesi
Amerika'da Değişim Rüzgarları
Amerika Birleşik Devletleri’nde seçim heyecanı hız kesmeden devam ederken, Amerikalı Genç Seçmen’in eğilimlerini ve seçim atmosferini izlemek üzere Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen 8 genç gazeteciyle birlikte Washington DC’de buluştuk. Rehberimiz eski bir gazeteci olan ve şu an Foreign Press Center’ın medya bölümünde çalışan Keith Peterson. Yoğun programımızda neler yok ki... Üniversitelere gideceğiz, gazeteciler, politikacılar, profesörler ve öğrencilerle buluşacağız ve işin en heyecanlı kısmı, hakkında çok şey söylenen Obama’yı ve artık seçim iddiasını kaybettiği söylenen Clinton’ı yakından göreceğiz. DC’de mükemmel bir hava var, Japonya’nın 100 yıl önce ABD’ye hediye ettiği kiraz ağaçları çiçek açmış, bütün şehir pembeler içinde...İlk durağımız Amerika Birleşik Devletleri’nin önemli araştırma kurumlarından biri olan “PEW Research Center”. Kurumun yöneticilerinden Caroll Doherty, yaptıkları kamuoyu yoklamaları sonucunda, yıllar içinde farklı jenerasyonlardaki gençlerin oy verme alışkanlıklarındaki değişimlerden sözediyor. Ona göre jenerasyonları; Late Boomers (70’lerde genç olanlar ve Reagan’ın ilk kez başkan seçildiği dönemi yaşayanlar), Generation X (1965-1976 yılları arasında doğup hemen Reagan Dönemini yakalayıp hem de George H. Bush ve 90’larda Clinton dönemini yaşayanlar) ve Generation Next ya da Millennials (1977 yılı ve sonrasında doğan, Clinton döneminin sonlarıyla George W. Bush dönemine, dolayısıyla 9/11 olayına ve Irak savaşına şahit olan günümüz gençliği) olarak ayırmak mümkün.70’lerden günümüze doğru baktığımızda en büyük fark, Reagan döneminde Cumhuriyetçilerden yana olan gençliğin yıllar içinde Demokrat parti tarafına kayması. Özellikle 2004 seçimlerinde Demokrat Parti’ye oy veren gençlerin sayısında ciddi bir artış göze çarptı. Onun dışında, gençliğin savaş karşıtı bir tutum içinde olduğunu da söyleyebiliriz. PEW Araştırma Merkezi’nin elindeki verilere göre; 1966 yılında yapılan bir ankette 21-29 yaşları arasındaki gençlerin %71’i “Vietnam savaşına dahil olmak bir hata mıydı” sorusuna “hayır” derken, 1970 yılında aynı yaş aralığındaki gençlerin % 48’i “hayır” cevabını vermişti. 2002 yılında ise, bu kez Irak savaşıyla ilgili, “Irak’a yapılan askeri harekatı onaylıyor musunuz?” sorusuna 18-29 yaş aralığındaki gençlerin % 69’u “hayır” yanıtını verdi. Nesiller arasında göze çarpan bir fark da, geleneksel aile yapısı içinde yetişen gençlerin oranındaki azalma. Tek anne ya da tek babayla yetişen, göç sonucu farklı kültür yapılarına sahip olan çok fazla genç var; bu da yeni nesillerin, farklılıklara karşı eski kuşaklara oranla daha toleranslı olması sonucunu doğuruyor. Dolayısıyla Amerikan Başkanının siyahi bir lider ya da bir kadın olması genç nüfus açısından bir sorun yaratmıyor, tam tersine tercihlerini bu yönde kullanıyorlar. “Generation Next”, genel olarak liberal bir tavır sergilerken çevre sorunlarına, küresel ısınma konusuna karşı duyarlı görünüyor, kürtajın ve gay/lezbiyen evliliğinin serbest bırakılmasından yana görüş bildiriyor.Üniversite gençlerine göre ülkelerinde çözülmesi gereken en önemli problemler; ‘Ekonomideki bozulma’, ‘Irak meselesi’ ve ‘Sağlık sektöründeki sıkıntılar’ olarak sıralanıyor. Üniversiteye gitmeyen genç nüfus ise hala ‘tek bir oy’un fazla bir şey değiştirmeyeceği görüşünde. Okula gitmeyen bu gençlere ulaşmak, adaylar için çok daha zor ama her şekilde, bu sene oy kullanan genç nüfusun oranında önceki seçimlere göre büyük artış olacağı tahmin ediliyor. Bunda internet kampanyalarının, teknolojinin daha önceki seçimlere çok daha yoğun kullanılmasının ve “rockthevote.com”, “moveon.org” gibi, gençleri oy kullanmak konusunda harekete geçirmeyi hedefleyen oluşumların da rolü büyük.Aslında, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki genç seçmen potansiyeli son iki seçime kadar kendini pek gösterememişti. 1971 yılında Nixon’ın oy verme yaşını 18’e indirmesiyle, bu kararı takip eden seçimlerde 18-24 yaş aralığındaki genç nüfusun yüzde 52’si oy kullandı ve bu, gerçekten büyük bir orandı. Ancak gençlerin politikaya ve oy kullanmaya olan ilgisi; özellikle ön seçimlerde kayıt yaptırmak için uzun bir prosedür izlenmesi, sık sık şehir ya da eyalet değiştiren gençlerin her seferinde oy kullanmak için yeniden kayıt yaptırmalarının gerekli oluşu ve politikacıların da gençlere yönelik kampanyalara yeterince önem vermemeleri gibi nedenlerle her geçen yıl daha da azalınca, anketler ve seçim sonuçlarındaki genç nüfus oranı da ister istemez gittikçe düştü, ta ki 2002 seçimlerine kadar... Oy kullanmayı genelde pek sevmeyen 18-29 yaş aralığındaki Amerikan gençliğinin seçimlere olan ilgisi ve oy kullanma oranı, 2002 ve 2004 seçimlerinde büyük bir ivme kazanarak arttı. Bunun sonucunda, genç seçmenin seçim sonuçlarını belirlemede kritik bir rolü olduğu farkedildi ve onların kararlarının bir anda bütün gidişatı değiştirebileceği ve hatta belki de aile bireylerinin fikirlerini bile etkileyebileceği düşünülmeye başlandı. Böylece, 2008 Başkanlık Seçim Kampanyalarında adaylar gençleri tavlamak için çok farklı yöntemler denemeyi, yeni ekipler kurarak genç seçmeni tanımayı ve gençlere onların kullandığı araçlarla ulaşmayı bir öncelik haline getirdiler.Örneğin; McCain Cumhuriyetçiler cephesinde tek aday olarak kalmadan önce, gençler arasında özellikle facebook’da en popüler Cumhuriyetçi aday Ron Paul’dü, hatta bir ara ‘internette onun için Paris Hilton’dan bile daha fazla arama yapıldığı’ söyleniyordu. Bu onun sade ve gençleri yakalayan mesajlarının yanında, internet aracılığıyla kendisi hakkında yayılan şehir efsanelerini yalanlamaması sayesinde kazandığı bir popülariteydi.Gençler, ülke genelindeki duruma baktığımızda kendilerine en yakın aday olarak Obama’yı görüyorlar. Bu, öncelikle onun gençlerin dilinden anlaması, ya da anlıyor gibi yapmasından kaynaklanıyor. Youtube, facebook ve myspace gibi siteleri en etkili biçimde kullanan Obama, kitlelere karşı yaptığı konuşmalarda çok başarılı ve özellikle iki kelimenin üzerine oynuyor; “değişim” (change) ve “umut” (hope). Bu söylemler gençleri çok fazla etkiliyor çünkü özellikle Bush iktidarından kaynaklanan büyük bir memnuniyetsizlik var ve gençler nasıl bir ‘değişim’ istediklerini bilmeseler bile Obama’nın belki tümüyle sistemi değiştirebileceği izlenimine kapılıyorlar. Hillary ise, daha çok kadınların ve Latin ve Asya kökenli halkın favorisi gibi görünse de, genç nüfusun da yine önemli bir bölümünden destek görüyor. Kampanyasında kızı Chelsea’den yardım alan ve bu şekilde üniversite gençliğine ulaşan Clinton, “deneyim” silahını kullanarak Obama’dan daha avantajlı konuma geçme çabasında. Aslında adaylık yarışını Obama şu anda çok daha önde götürüyor ancak Clinton’ın hala, Obama’nın bir yerlerde bir hata yapıp açık vereceğine dair inancı var. John McCain’e gelince...En büyük dezavantajının ‘yaşlı’ görünmesi olduğu düşünülen McCain, her fırsatta 95 yaşındaki annesini göstererek belki de genleri konusunda şanslı olduğu ve uzun yaşayacağı mesajını vermeye çalışıyor ama onun da kendine göre bir genç seçmen potansiyeli var.Amerika’daki üniversite gençliğinin politik açıdan eskiye göre çok daha aktif olduğu söylenebilir; gençler kimden yana olduklarını söylemekten çekinmiyorlar, okullarındaki sosyal kulüplerle birlikte gönüllü olarak seçim kampanyalarında yer alıyor, ‘debate’ olarak adlandırılan ve adayların canlı yayında karşı karşıya geldiği tartışma programlarını hep birlikte kantinlerindeki büyük ekran televizyonlardan tezahüratlar eşliğinde izlemekten ve ellerindeki pankartlar, üzerlerindeki kampanya t-shirtleriyle sokaklarda dolaşarak adeta bir bayram coşkusu şeklinde geçen seçim atmosferinin bir parçası olmaktan zevk alıyorlar. Biz de grubumuzla birlikte, bu coşkuya ortak olmak için Washington’ın önemli üniversitelerinden George Washington Üniversitesi’ne, Obama ve Clinton arasında yapılacak ve canlı olarak yayınlanacak ‘debate’i öğrencilerle birlikte izlemeye gidiyoruz. Kafeteryadaki büyük ekran televizyonun önünde buluşan öğrenciler, ellerinde içecekleri ve cipsleri maç izleyecekmiş gibi bir havada, başkan aday adaylarının konuşmalarını dikkatle izliyor ve taraftarı oldukları aday, karşısındakini alt eden bir cümle sarfettiği anda alkışlarla ortamı daha da eğlenceli hale getiriyorlar. Konuştuğumuz öğrencilerin farklı fikirleri var; 19 yaşındaki politika öğrencisi Matt, Obama’yı tuttuğunu çünkü onun Kasım’daki seçimi kazanmaya en yakın aday olduğunu, onun kendinden emin duruşundan etkilendiğini ve uluslararası politikalar alanında Obama’nın fikirlerine güvendiğini söylüyor. 18 yaşındaki Michael da Obama’nın ülkenin ihtiyacı olan değişimi gerçekleştirebileceğine inanıyor. “Hem genç olması, hem de siyah bir lider olması onun bu değişimi gerçekleştirebileceğinin kanıtı” diyor Michael. 18 yaşındaki Kate ise bir Hillary taraftarı. Ona göre Hillary Clinton, ekonomi ve sağlık sorunları konusunda ne yapması gerektiğini iyi biliyor, daha önce uzun süre ‘first lady’ olduğu için yeterli donanımı var.Sonraki durağımız, Virginia Beach bölgesinde yeralan, oldukça tutucu bir üniversite olan ve hukuk, gazetecilik gibi alanlarda Hıristiyanlığı temel alan bir eğitim veren Regent University. Üniversitenin dekanı Profesör Charles Dunn, dinin Amerikan politikasında her zaman büyük bir rol oynadığı görüşünde ve Cumhuriyetçilerin adayı McCain’e de seçimlerde büyük şans tanıyor. Ona göre, Obama’nın sürekli olarak değişimden sözetmesi ters tepebilir çünkü Amerikan halkı radikal değişikliklerden hoşlanmaz. Öğrenciler de dekanla hemen hemen aynı görüşte. Hukuk bölümünde master yapan Matthew Clark, Irak’taki askeri gücün geri çekilmesine karşı çıkıyor çünkü önce Irak’ta güvenli bir ortam ve istikrarın sağlanması gerektiği görüşünde. Ülkenin karşı karşıya olduğu sorunları çözmede ise McCain’in Bush’dan daha başarılı olacağını savunuyor.Şimdiki okulumuz, Afrika kökenli Amerikalıların yani siyahların ağırlıklı olarak eğitim gördüğü ve iyi bir üniversite olan Norfolk State University. Buradaki öğrencilerle daha çok, seçtikleri liderin renginin ya da cinsiyetinin onlar için önemli olup olmadığı konusunda sohbet ediyoruz. 22 yaşındaki Philip, Obama’yı tutmasının kesinlikle onun da kendisi gibi siyahi olmasıyla bir ilgisi olmadığını söylüyor: “En önemli şey, onun benim için ne yapabileceği”. 20 yaşındaki Malcolm ise; “Adaylar arasında tercih yaparken mutlaka, kendine daha yakın hissettiği adayı seçmek isteyecek kişiler olacaktır ama çoğunluğun ülkenin sorunlarını çözecek kişiyi aradığını düşünüyorum” diyor.Turumuzun son 3 gününü, Pennsylvania önseçimlerini daha yakından izlemek için Philadelphia’da geçiriyoruz. Burada önce, 16 yaşındayken çektiği kısa filmle büyük yankı uyandıran ve gençleri oy kullanmaya çağıran David Burstein’le buluşuyoruz. David genç seçmenlerin partilerden çok adaylara odaklandığı görüşünde. Adayların kişilikleri ve vaatleri gençler için, mensubu oldukları partiden daha önemli.David’in, “18 in 08” adlı son derece başarılı kısa filmini izledikten sonra tekrar yollara düşüyoruz. Arka arkaya, önce Chelsea Clinton’ın, arkasından Hillary Clinton ve Barrack Obama’nın konuşmalarını izlemek için diğer yabancı basınla birlikte miting alanlarını ziyaret etmek hem zevkli, hem de yorucuydu. Konuşmaların yapılacağı spor salonlarının kapısında uzanan uçsuz bucaksız kuyruklarda bekleyen insanlar hiç de sıkılmış gibi görünmüyor; yaşlılar, gençler, anneleriyle gelen minik bebekler ve etrafta tam anlamıyla bir bayram havası esiyor. Adaylık yarışı, American Idol yarışmasının final heyecanından farksız Amerikan halkı için; pankartlar, afişler, rengarenk giysiler, tezahüratlar ve taraftar olma coşkusunu yansıtan herşey bu bayram havasına eşlik ediyor. Biz de önce bir lisede, Hillary’nin kızı Chelsea’nin annesini destekleyen konuşmasını izliyoruz ve etrafta hem Latin, hem Uzakdoğu hem de Asya ve Afrika kökenli, rengarenk giysili Hillary taraftarlarının sayısının ne kadar çok olduğunu görerek şaşırıyoruz. Yabancı kökenliler, Hillary’ye hala güveniyor. Sonra Obama’nın miting alanına gidiyoruz ve çantalarımızı köpeklere koklattıktan ve yoğun güvenlik önlemlerinden geçtikten sonra, kitleleri etkisi altına alan ve Amerikan basınında son zamanlarda “ne kadar siyah” olduğu tartışılan karizmatik aday Obama’yı ve motive edici konuşmasını izliyoruz. Sonraki gün ise, bu kez Hillary için aynı aşamalardan geçtikten sonra, bir zamanların “first lady”si, eşi ve kızının desteğiyle sahneye çıkıyor ve zaman zaman tizleşen sesiyle bana Tansu Çiller’i hatırlatsa da, etkileyici bir konuşma yapıyor. Etraftaki genel kanı ise, Obama’nın laf kalabalığı yapıp aslında kayda değer birşey söylemediği, Clinton’ın ise, daha elle tutulur şeyler söylediği ancak seyircinin nabzını Obama kadar iyi tutamadığı yönünde.Görünen o ki, yeni Amerikan başkanının belirleneceği bu seneki seçimlerde genç seçmenin rolü çok büyük olacak. Oy verme alışkanlığı pek olmayan genç nüfusun eğilimleri; internet kampanyalarının renkliliği, adayların farklı özellikleri ve Bush döneminin yarattığı memnuniyetsizlik gibi nedenlerle değişecek ve oy kullanan Amerikalı gençlerin sayısı artacak gibi görünüyor. Bize ise; bu curcunayı bırakıp Türkiye’ye dönerken, yeni başkanın uygulayacağı politikaların ve yaratacağı olası değişim atmosferinin bizim ülkemizi ve dünyayı nasıl etkileyeceğini düşünmek kalıyor. Fulya AKBUĞA.
